Bu önsözü nasil olduysa bugüne kadar okumamisim (üstelik de kitabi lisede okumama ragmen), muhtemelen o yaslarin verdigi bitirimlikle "baba biz malin kendisine bakariz, reklamina degil" seklinde yaklasmisizdir, ne büyük kayip... 

Eger okumus olsaydim yazdigim yazilarin bazilarini yazmama gerek kalmayacak, sadece buradan alinti yapip zamanimiza göre güncellestirmem yetecekti. Ne kadar muhtesem bir öngörü bu adaminki. 

Genetik konusundaki inanilmaz bilgisine ve öngörüsüne ragmen, bilişim teknolojilerindeki korkunc tehlikeyi bilmesi/ongormesi maalesef mümkün degildi. Varsayabilirdi ancak bu asamaya gelebilecegini öngörmesi gerçekten zor olacakti. Zira DNA kodlanmasindaki iletisimle herseyi kontrol edebilecegini öngörmüs, fakat mevcut dünya yapisi icinde bu süreci tetikleyecek gidishatin ancak merkezilestirilmis iletisim araclarinin kontrolu ile olabilecegi ile cok da fazla ilgilenmemistir. (Aslinda bir bakis acisina gore gercekten de buyuk savaslarla da bu sürec kolaylikla tetiklenebilir ki zaten kitap yazildigi sirada 2.ncisi cikmak uzereydi, onsoz yazildiginda ise yeni bitmisti.)

İsin komik tarafi da bu küresel sistemlerin (Aldous abimizin deyisiyle totaliter) su anda karsisinda durabilecek ve süreci geciktirebilecek kisilerin "bu" durumu bilip karsi cikan entellektüel küresellesme karsitlarinin veya elitist orta-üst tayfasinin degil, onlarin kaba, kro, fasit, radikal, mürteci ya da serseri diye nitelendirdikleri sabit fikirli ancak inatci ve kafasina yatmayan herseye tepki koyan kavgaci karakterli kimselerin olmasi (ki entellektüellere göre en kolay manüple edilen grup da bu adamlar oldugu halde).

İnsancilligin varolabilmesi icin savunulmasi gereken sey maalesef duzen kurup keyfine bakmakta olan insanlarin zorlukla kabul edebilcegi bir durum: kaosu surdurmek. Hesaplanamaz, ölcümlenemez, istatistiksel olarak analiz edilemez kaos durumunu sürdürmek. Kaosu sürdürmek icin de catisma ve kavga yerine sevgiyi secmek ise benim onerim. Kavgalarin da sonuclari öngörülebilir, hesaplanabilir, ancak sevgi bağlarindaki paternler çok kolay öngörülemez, ölcümlenemez. Seni "1 kilo seviyorum veya bana 1 kilo elma kadar çoşku verdin" diyemezsin ama "o elmayi bana vermezsen yiyecek dis birakmam agzinda" diyebilirsin

Neyse önsöz kitaptan da güzel, muhtesem. Ama kitabi okumak da muhtesem. Her ne kadar kitabin içinde Aldous abinin biyografisinde oldugu gibi 1932 tarihindeki yazilma sebebini yaklaşmakta olan 2.nci dünya savasinin hazirlayicisi olan ortamin bir sonucu olarak göstermeye kalkan yazilar olsa da ben hic böyle düsünmüyorum. Bu öngörü salt bir paylaşım savaşını doğuracak toplumsal yapilarin nerelere gidebilecegini hesaplamaktan çok daha öte birşey.

Bir öglen tatilinde veya bos bir zamaninizda okumaniz dilegiyle...

==================================================================

Cesur Yeni Dünya (1932)
(Brave New World)

ÖNSÖZ

Kronik vicdan azabi, tüm ahlakçilarin hemfikir oldugu gibi, hiç de istenmeyen bir duygudur. Eger kötü bir davranista bulunduysaniz, pismanlik duyun, elinizden geldigi kadar durumu düzeltin ve bir dahaki sefere daha iyi davranmaya bakin. Ne sebeple olursa olsun hatanizin üzerinde kara kara düsünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak degildir.

Sanatin da kendi ahlak anlayisi vardir ve bu ahlakin kurallarinin çogu bildigimiz etik kurallariyla ayni, ya da en azindan benzerdir. Örnegin, kötü sanat eserlerimizden duydugumuz vicdan azabi, kötü davranislarimizdan dolayi hissettigimiz vicdan azabi denli istenilmezdir. Kötü olan yanlari belirlenmeli, açiklanmali ve mümkünse gelecekte bunlardan kaçinilmalidir. Yirmi yil öncesinin yazinsal kusurlarina uzun uzadiya kafa yorup yanlislari olan bir eseri, ilk yazildiginda yakalayamadigi mükemmellige ulastirmak için yamamaya kalkismak, ortayasini, gençliginde yine kendi olan o farkli kisinin isledigi, miras biraktigi sanatsal günahlari onarmaya çalisarak harcamak -bütün bunlar kesinlikle bosunadir, abesle istigaldir. Iste bu yüzden, bu yeni Cesur Yeni Dünya eskisiyle ayni. Bir sanat eseri olarak epey bir kusuru var; ancak bunlari düzeltmek için kitabi yeniden yazmam gerekir -ve olasidir ki yeniden yazma sürecinde, daha yasli, farkli bir insan olarak, öyküdeki bazi kusurlarin yani sira üstün yanlarini da çikarip atmam gerekecek. Böylece, sanatsal vicdan azabinin çamurunda yuvarlanmanin cazibesine karsi koyup iyiyle kötüyü kendi hallerine birakmayi ve baska seyler düsünmeyi yegliyorum.

Ancak, bu arada, öyküdeki en ciddi kusurdan hiç olmazsa söz etmekte fayda oldugunu düsünüyorum. Vahsi'ye yalnizca iki seçenek sunuluyor, Ütopya'da delice bir yasam, ya da bir kizilderili köyünde ilkel yerli hayati, ki bu bazi yönleriyle daha insanca bir yasam, ama diger yönleriyle ayni tuhaflik ve anormallikte. Kitabin yazildigi günlerde bu düsünceyi; özgür iradenin insanlara, bir tarafta delilik diger tarafta cinnet arasinda seçim yapabilsin diye verildigi düsüncesini eglenceli bulur ve büyük olasilikla da dogru oldugunu düsünürdüm. Fakat dramatik etki için, Vahsi, yari bereket mezhebi yari Penitente zalimligi bir dinin inananlari arasinda yetistirilisinin saglayamayacagi kadar mantikli konusturulmustur. Gerçekte, Shakespeare okumuslugu dahi böylesi söylemleri hakli çikaramaz. Ve tabii, kapanista, akildan uzaklasmaya zorlaniyor; özündeki Penitente-izm kendini gösteriyor, manyakça bir kendine iskence ve umutsuz bir intiharla son buluyor. 'Ve böyle sefilce ölüp gittiler sonsuza dek' -elbette bu da öykünün yazari olan keyiflenmis, Pironik estetin inancini pekistirmis oldu.

Bugün akil sagliginin imkansiz oldugunu göstermeyi hiç de arzulamiyorum. Aksine, akil sagliginin daha ziyade az bulunan bir fenomen oldugu konusunda geçmisteki denli emin ve hüzünlü olmakla birlikte, bunun basarilabilecegine inanmaktayim ve daha fazla basarildigini görmek isterim. Birkaç yeni kitapta böyle sözler etmis ve de her seyden önemlisi, akillilarin akil sagligi konusunda ve akil sagligina ulasma yollari üzerine söylediklerini bir antolojide derlemis oldugum için, saygin bir akademik elestirmen bana, kriz dönemindeki bir entelektüel sinifin basarisizliginin üzücübir belirtisi oldugumu söyledi. Sanirim bununla, bu profesör ve meslektaslarinin, basarinin sevindirici belirtileri olduklari ima ediliyor. Insanliga hizmet edenler onur ve animsanmayi hak ederler. Profesörler için bir Panteon insa edelim. Bu tapinagi Avrupa ya da Japonya'nin yerle bir olmus kentlerinden birinin kalintilari arasina yapar ve mahzen mezarin girisinin üzerine, iki metrelik harflerle su basit sözcükleri kazirdim: DüNYA EGITMENLERININ ANISINA ADANMiSTiR. Si MONUMENTUM REQUIRIS CIRCUMSPICE. (Eğer anıtını ararsan etrafına bak)

Ancak gelecege dönecek olursak... Su anda kitabi yeniden yazmak durumunda olsaydim, Vahsi'ye üçüncü bir seçenek sunardim. Ikileminin ütopyaci ve ilkel boynuzlari arasinda akil sagligi olasiligi bulunurdu -Cesur Yeni Dünya'dan gelme sürgün ve siginmacilardan olusan, Ayribölgenin sinirlari içinde yasayan bir toplumda, bir dereceye kadar gerçeklesmis bir olasilik. Bu toplumda ekonomi merkezsiz ve Henry George'gil, politika ise Kropotkin-vari ve dayanismaci olurdu. Bilim ve teknoloji, insani (günümüzde ve Cesur Yeni Dünya'da fazlasiyla oldugu üzere) uyum saglamaya ve kölelesmeye zorlayan seyler olmaktan çikip, Şabat gibi, insan için yaratilmisçasina kullanilirdi. Din insanin Mutlak Sonu'nun bilinçli ve zekice takibi, içkin Tao ya da Logos'un, askin Nirvana'nin ya da Brahma'nin birlestirici bilgisi olurdu. Yasamin baskin felsefesi de bir tür Yüce Faydacilik olurdu ve bu felsefede En Büyük Mutluluk prensibi Mutlak Son prensibinin yaninda ikincil kalirdi - yasamin her olumsalliginda ilk sorulacak ve yanitlanacak soru su olurdu: "Ben ve diger bireylerin olusturabilecegi en büyük çogunlugun bu düsüncesi ya da eyleminin, insanin Mutlak Son'unun basarilmasina nasil bir etkisi ya da katkisi olacaktir?"

Ilkel yerlilerin arasinda büyüyen Vahsi, (kitabin bu yeni varsayilan yaziminda) kendini akil sagligini aramaya adamis özgürce isbirligi yapan bireylerden olusan bir toplumun dogasi üzerine ilk elden bir seyler ögrenme firsati verilene dek Ütopya'ya götürülmezdi. Böyle degistirildiginde, Cesur Yeni Dünya sanatsal ve (eger böylesi kapsamli bir sözcügü kurmaca bir eser için kullanmak yerinde olursa) felsefi bir tamliga kavusurdu; simdiki formuyla bunlardan yoksun oldugu apaçiktir.

Fakat Cesur Yeni Dünya gelecek hakkindadir ve sanatsal ya da felsefi nitelikleri ne olursa olsun, gelecekle ilgili bir kitap bizi ancak, gelecege dair kehanetleri akla uygun sekilde gerçeklesebilirse ilgilendirir. Modem tarihin egik düzleminde on bes yil ileride su an bulundugumuz noktada, gelecekle ilgili kehanetleri ne kadar akla yakindir? Bu aci dolu aralikta 1931'in öngörülerini dogrulayan ya da geçersiz kilan neler olmustur?

Öngörü konusunda büyükve apaçik bir eksiklik kendini hemen belli etmektedir. Cesur Yeni Dünya nükleer füzyondan hiç bahsetmez. Hiç bahsetmemesi aslinda oldukça tuhaftir; çünkü atom enerjisi, kitabin yazilisindan önceki yillarda popüler bir tartisma konusu olmustu. Eski dostum Robert Nichols bu konu üzerinde basarili bir oyun bile yazmisti ve hatirliyorum da, yirmilerin sonunda yayinlanan bir romanda bu oyundan söyle bir söz etmistirn. Dedigim gibi, Fordumuz'dan ('Fordumuz' Ingilizce'de Our Ford diye söylenmektedir ve bu da 'Rabbimiz, Efendimiz, Yüce Tanri' anlamina gelen 'Our Lord' sözünü çagristirmaktadir) . sonraki yedinci yüzyilin füze ve helikopter motorlarinin parçalanmis çekirdek enerjisiyle çalismamalari çok tuhaftir. Bu dikkatsizlik bagislanasi olmayabilir; ama en azindan kolayca açiklanabilir. Cesur Yeni Dünya'nin konusu bilimin bu türden gelismesi degildir; bilimin insanlari birey olarak etkiledigi yönüyle gelisimidir. Fizik, kimya ve mühendisligin zaferleri, sözü edilmeden benimsenir. Özgül olarak betimlenmesi gereken bilimsel gelismeler, biyoloji, fizyoloji ve psikolojide gelecekteki arastirmalarin sonuçlarinin insanlara uygulanmasiyla ilgili olanlardir. Yasamin niteligi, sadece yasam bilimleri sayesinde köklü bir biçimde degistirilebilir. Madde bilimleri, yasami yok edecek ya da yasami imkansiz derecede karmasik ve rahatsiz kilacak biçimde uygulanabilirler; ancak, biyolog ve psikologlar tarafindan araç olarak kullanilmadikça, yasamin dogal biçim ve özelliklerini degistirmek için kullanilamazlar. Atom enerjisinin açiga çikarilmasi insanlik tarihinin büyük bir devrimidir, ancak (kendimizi parçalara ayirip tarihi noktalamazsak) en son ve en nüfuz edici devrimi degildir.

Bu gerçekten de devrimci devrim, dis dünyada degil, insanlarin ruhlari ve bedenlerinde gerçeklesmelidir. Devrimci bir dönemde yasamis olan Marquis de Sade, dogal olarak, bu devrimler teorisini kendi özgün deliligini ussallastirmak için kullanmistir. Robespierre devrimin en yüzeysel türünü, politik devrimi basarmisti. Biraz daha derine inecek olursak, Babeuf ekonomik devrime soyunmustu. Sade, kendisini, salt politik ve ekonomik devrimin ötesinde, gerçekten devrimci bir devrimin havarisi olarak görüyordu –birey olarak bedenleri, artik, herkesin ortak cinsel mülkiyeti olacak olan ve zihinleri, tüm dogal güzelliklerinden, geleneksel uygarligin zahmetle edinilmis yasaklamalarindan arindirilacak erkekler, kadinlar ve çocuklarin devriminin üzerinde. Süphesiz, Sadizm ile gerçekten devrimci devrim arasinda zorunlu ya da kaçinilmaz herhangi bir iliski yoktur. Sade zir deliydi ve devriminin az çok bilinçli amaci, evrensel kaos ve yikimdi. Cesur Yeni Dünya'yi yöneten insanlarin akli (akil sözcügünü mutlak anlamiyla kullanacak olursak) yerinde olmayabilir; ancak deli degiller ve amaçlari anarsi degil, toplumsal istikrardir. Iste bu toplumsal istikrara ulasmak için bilimsel yöntemlerle, kisisel, nihai, gerçekten devrimci devrimi yürütüyorlar.

Fakat bu arada, belki de sondan bir önceki devrimin ilk asamasinda bulunmaktayiz. Bir sonraki asamasi atom savasi olabilir, ki o durumda, gelecekle ilgili kehanetlere kafa yormarniz gerekmez. Savasmaktan tümüyle vazgeçmesek bile, en azindan onsekizinci yüzyildaki atalarimizin yaptigi gibi akilci davranmaya yetecek denli aklimizin yerinde oldugunu söylemek bosbogazlik olmaz. Otuz Yil Savaslari'nin akla hayale gelmedik dehseti insanlara bir ders vermistir ve yüzyildan uzun bir süredir Avrupa'nin politikacilari ve generalleri askeri kaynaklarini yikici boyutlarda kullanmaktan ya da (çatismalarin çogunda) düsman tamamen yok edilene dek savasmaktan bilinçli sekilde kaçinmislardi. Saldirgandilar, elbette gözlerini kar ve zafer hirsi bürümüstü; ama ayni zamanda tutucuydular, ne pahasina olursa olsun dünyalarini bütün olarak, basarili bir sirket olarak korumaya kararliydilar. Son otuz yilda tutucular yoktu; yalnizca milliyetçi sag köktenciler ve milliyetçi sol köktencileri görüyoruz. Son tutucu devlet adami besinci Landsdowne Markisi'ydi; ve Marki, The Timesa; Birinci Dünya Savasi'na, onsekizinci yüzyilin çogu savasinda oldugu gibi bir uzlasma ile son verilmesi gerektigini öneren bir mektup yazdiginda, bir zamanlar tutucu olan gazetenin yayincisi mektubu yayinlamayi reddetti. Milliyetçi köktenciler yapacaklarini yaptilar, sonuçlarini hepimiz biliyoruz - Bolsevizm, Fasizm, enflasyon, çöküntü, Hitler, Ikinci Dünya Savasi, Avrupa'nin harabeye çevrilisi, ve evrensel açlik disindaki bütün yikimlar.

Öyleyse Hirosima'dan, atalarimizin Magdeburg'dan aldigi gibi ders alabilecegimizi varsayarsak gerçekten baris dolu olmasa bile sinirli ve kismen yikici savaslarin oldugu bir dönem yasamayi umabiliriz. Bu dönem süresince nükleer enerjinin endüstriyel amaçlar için kullanilacagi varsayilabilir. Elbette sonuç, esi görülmedik hiz ve bütünlükte bir dizi ekonomik ve sosyal degisim olacaktir. Insan yasaminin var olan tüm biçimleri bozulacak ve atom gücünün insancil olmayan gerçegine uyum saglayacak yeni biçimler, gelistirilmek zorunda kalinacaktir. Modern giysilere bürünmüs Prokroustes'ler olan nükleer bilimciler insanligin üzerinde yatacagi yatagi hazirlayacak; ve eger insanoglu yataga uymazsa -bu, insanlik için çok kötü olacak. Bir takim uzatma ve kisaltmalar olacak, insanligin fazla gelen uzuvlari kesilip biçilecek - uygulamali bilimler yoluna gireli beri olagelen, ayni türden uzatma kisaltma ve uzuv kesmeler, ancak bu kez, geçmistekinden çok daha korkunç olacaktir. Bu hiç de acisiz olmayan ameliyatlar, ileri derecede merkezilesmis devletler tarafindan yönetilecekler. Kaçinilmaz biçimde öyle olacak; çünkü yakin gelecek, büyük olasilikla yakin geçmise benzeyecektir ve de yakin geçmiste, hizli toplumsal degisimler seri üretim ekonomilerinde ve çogu varliksiz olan toplumlarda meydana geldikleri için, daima ekonomik ve sosyal karisikliklara yol açmistir. Buhranla mücadele için ise iktidar merkezilestirilmis ve devlet kontrolü artirilmistir. Tüm dünya devletlerinin atom enerjisinin kullanimindan önce üç asagi bes yukari bütünüyle totaliterlesmeleri olasidir; kullanim süresince ve sonrasinda totaliterleseceklerine kesin gözüyle bakilabilir. Sadece merkezsizlesme ve özyardim yönünde büyükölçekli kitlesel bir hareket, devletçilige bugünlerdeki yönelisi durdurabilir. Halihazirda böylesi bir harekete dair herhangi bir isaret yoktur.

Tabii ki yeni totaliter sistemin eskisine benzemesini gerektirecek hiçbir neden yok. Polis copu ve idam mangalari, yapayaçlik, toplu hapsetmeler ve toplu sinirdisi etmeler yoluyla devlet, yalnizca insanlikdisi degil (bugünlerde buna kimse pek aldirmiyor); açik sekilde yetersizdir - ve ileri teknoloji çaginda yetersizlik, Kutsal Ruh'a karsi islenmis bir günahtir. Gerçekten etkili totaliter devlet, siyasi patronlarin ve onlarin yönetici ordularinin tüm güçleri kendisinde toplayan hükümetinin, kölelerden olusan nüfusu köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmaksizin kontrol ettikleri devlettir. Günümüzün totaliter devletlerinde köleligi sevdirmek, propaganda bakanliklari, gazete yayincilari ve okul ögretmenlerine verilmis bir görevdir. Ancak yöntemleri halen kaba ve bilimdisidir. Cizvitlerin, "bana çocugun aldigi egitimi söyle sana yetiskin halinin dini inançlarini söyleyeyim" diye böbürlenmeleri, hüsnü kuruntunun ürünüdür. Ve muhtemelen modem pedagog, ögrencilerinin reflekslerini sartlandirina konusunda, Voltaire'i yetistiren degerli rahipler denli basarili degildir. Propagandanin en büyük zaferleri, bir seyi yapmakla degil onu yapmaktan kaçinmakla kazanilmistir. Gerçek yücedir, ancak pratik bir bakis açisindan bakilacak olursa daha yücesi, gerçek konusunda sessiz kalmaktir. Totaliter propagandacilar; bir takim konulardan söz etmemek yoluyla, kitlelerle yerel politika patronlarinin nahos buldugu gerçek ya da savlarin arasina, Mr. Churchill'in 'demir perde' diye adlandirdigi seyi çekerek, kamuoyuna en uzdilli karalamalarla ya da en karsi konulmaz mantiksal karsitezlerle yapabileceklerinden çok daha etkili biçimde kanaat telkin etmislerdir. Ama sessizlik yeterli degildir. Eger zulüm, tasfiye ve çatismanin diger belirtilerinden kaçinilacaksa, propagandanin olumlu yönleri, olumsuz yönleri denli etkinlestirilmelidir.

Gelecegin en önemli Manliattan Projeleri, politikacilarin ve katilan bilimadamlarinin 'mutluluk sorunu' adini verecegi konuda - diger bir deyisle, insanlara köleliklerini sevdirme sorunu konusunda, devlet sponsorlugunda yürütülecek büyük çapli arastirmalar olacaktir. Ekonomik güvence olmazsa kölelik sevgisi hayata geçirilemez; kisacasi, güçleri kendinde toplayan hükümet ve idarecilerinin kalici güvence sorununu çözeceklerini varsayiyorum. Fakat güvenceler, kolaylikla varmis gibi kabul edilirler. Güvencelerin saglanmasi salt yüzeysel, dissal bir devrimdir. Kölelik sevgisi, insan zihin ve bedenlerinde derin ve kisisel bir devrimin sonucu olarak olusturulmadikça basarilamaz. Bu devrimi gerçeklestirmek için, digerlerinin yaninda, asagida sayacagim kesif ve buluslara ihtiyacimiz var. Birincisi, çocuk sartlandirma ve daha sonra skopolamin gibi ilaçlar yardimiyla saglanacak ileri bir telkin teknigi. Ikincisi, devlet idarecilerine, eldeki herhangi bir bireyi sosyal ve ekonomik hiyerarside ait oldugu yere atayabilme olanagini saglayacak, insan farkliliklari üzerine tam gelismis bir bilim dali. eYanlis görevlerde bulunan insanlar, sosyal sistem hakkinda tehlikeli düsünceler besleme ve mutsuzluklarini baskalarina bulastirma egilimi gösterirler.) Üçüncüsü (her ne kadar ütopyaysa da gerçeklik, insanlarin kendisinden, sik sik tatile çikarak uzaklasma geregi duydugu bir sey oldugundan), alkol ve diger uyusurucularin yerini alacak, daha az zararli, ama ayni zamanda cin ya da eroinden daha fazla keyif verecek bir madde. Dördüncüsü de (ama bu uzun vadeli bir proje olurdu ve basarili bir sonuca ulastirmak için nesiller boyunca totaliter kontrol gerekirdi), insan ürününü standartlastirmak ve yönetenlerin görevini kolaylastirmak üzere tasarlanmis yanilmaz bir öjenik sistemi (genetik uygulaması aracılığıyla insan nüfusunun karakteristik özelliklerini geliştirmenin yollarını araştıran sistem). Cesur Yeni Dünya'da bu insan standartlastirma, belki imkansiz degil, ama fantastik uçlara tasinmistir. Teknik ve ideolojik olarak siselenmis bebekler ve Bokanovski yarımoron gruplarindan hala çok uzagiz. Ama F.S. 600 (Ford’dan sonra) yilina gelindiginde nelerin olmayabilecegini kim bilebilir ki? Bu arada, o daha mutlu ve daha istikrarli dünyanin belirleyici özellikleri -soma, uykuda ögrenme ve bilimsel kast sisteminin esdegerleri - herhalde üç dört nesilden daha uzakta degildir. Cesur Yeni Dünya'daki cinsel iliskide herkesle birlikte olabilme de pek öyle uzak görünmemekte. Simdiden bazi Amerikan sehirlerindeki bosanma sayilari evlenme sayilarina esitlenmistir. Çok degil, birkaç yil içinde, evlilik cüzdanlari; on iki ay geçerli, köpek degistirmeyi ya da ayni anda birden fazla köpek bulundurmayi yasal olarak engellemeyen köpek ruhsatlari gibi satilacaktir. Siyasi ve ekonomik özgürlükler azaldikça, cinsel özgürlük, dengelercesine artma egilimi gösterir. Diktatör de (bos ya da fethedilmemis bölgeleri sömürgelestirmek için atese sürecegi askerlere ve ailelere ihtiyaci yoksa) bu özgürlügü tesvik etmekle iyi yapar. Uyusturucu, filmler ve radyonun etkisiyle gündüz düsleri kurma özgürlügüne ek olarak cinsellik, tebasini, yazgilari olan kölelige razi etmede yardimci olur.

Her seyi göz önüne alacak olursak, öyle görünüyor ki Ütopya bize, herhangi birimizin yalnizca on bes yil önce hayal edebileceginden çok daha yakinmis. O zamanlar, bunu gelecekte alti yüzyil sonraya atmistim. Bugün tek bir yüzyil içinde bütünbu dehset üzerimize çökebilecek gibi görünmektedir. Tabii bu arada kendimizi moleküllere ayirmaktan kaçinirsak. Gerçekte, eger merkezsizlesmeyi ve uygulamali bilimleri, insani amaca araç yapacak sekilde degil de özgür bireylerden olusan bir irki yaratmanin araci olarak kullanmayi seçmezsek, elimizde yalnizca iki alternatif kaliyor: ya bir dizi ulusal, militarize totaliteryanizmler, ki dayanaklan atom bombasinin dehseti ve sonuçlan da uygarligin yok edilmesidir (veya savas sinirlandirilirsa militarizmin sürdürülmesi); ya da ulusal sinirlann da ötesinde totaliter bir rejim, ki bu da genelde hizli teknolojik gelisme ve özelde atom devriminin sonucu olarak ortaya çikacak olan ve verimle istikrar ihtiyaci nedeniyle Ütopya'nin refah tiranligina dönüsecek olan toplumsal kargasayla dogar. Parani öder, sansini denersin.

Aldous Huxley
1946


Geri Dön ----- Mesaj Gönder