Galata Köprüsü'nde İkindi Vakti


İstanbul'a aşık olunur mu?...


Sırtçantası, bir paket sigara parasından az fazlası, vapur kartı, 2 kitap ve hayallerle dolu bir beyin. Karaköy'e giden Harbiye vapuruna bindiğimde yanımda bunlar vardı. Bütün günü dalgakıranda kayaların üstünde tembellik edip, kitap okuyarak geçirmiştim. Sıkılıp önce Karaköy'e, sonra  Sultanahmet'e gitmeye karar verdiğimde çoktan öğleni bitirmiş akşama ulaşmaya çalışıyordu İstanbul.

Vapur çok kalabalık değildi ama yine alt kıçüstü olmuştu mekan. Yaslanıp dalgaları seyretmek nasıl da güzel olur. Çok değil, 2 sigarada Karaköy'e geldik. Havada sakin bir tembellik vardı. İstikamet, Galata köprüsü.

Köprünün ortalarına doğru birden Yeni Cami'den başlayarak koro gibi ikindi ezanı okunmaya başlayana kadar belki fakında değildim, İstanbul'un ne denli bir kozmopolit şehir olduğunun. Ezanların sesleriyle bir anda tarihte yolculuk yapar buldum kendimi. Önce kendi çocukluğumu, sonra daha doğmadığım zamanları hayal ettim. O ezanı dinleyip de huzur bulan, yoksul, işgal edilmiş bir İstanbul'un insanlarını hayal ettim. Ve "Geldikleri gibi giderler" diyen Atatürk'ü. İşin güzel tarafı babamın en kadim arkadaşı Leon amca da vardı bu hayalin içinde, oturduğumuz evi yapan Kirkor amca da. İşte böyle birşeydi Galata Körüsünde ikindi vakti ezan sesi. Bir anda insanı geçmişe götüren, İngiliz askerlerinden uzak durmaya çalışan yoksul insanları,  Musevi bir terziyi ve Ermeni bir muteahhiti aynı karede resimleyen. Birleştiren, sevgi ile kucaklayan.

Hep Amerikan ve İngiliz kültürü ile okuduk kolejde. Amerikan edebiyatı, İngiliz edebiyatı, Antik Yunan, Roma tarihi. Onların güzelliklerine hayran unuttuk kendi güzelliklerimizi. Tanımadık İstanbul'un çok sesli, çok nefesli kimliğini. Aslında aile içinde hep gelenekler öğretilmişti ama isyankarlık var ya serde, hep uzak durmuştuk bunlardan.

O ikindi vakti ise herşey birden karmakarışık oldu, birden bu şehrin ne kadar canlı bir şehir olduğunu farkettim. Kendimi o kadar çok Anadolu'lu ve o kadar çok Iyonyalı ve o kadar çok insan hissettim. Ezanlar o kadar yakışıyordu ki şehre, tıpkı Moda'daki, adalardaki kilise çanlarının yakıştığı gibi. Ve ben hepsini beğeniyordum. Yürekten, coşkuyla ve fakat hep kaybetmekten korkarak . Hava zaten dingin ve sakin. Galiba aşık olmuştum İstanbul'a. Bir şehire aşık olunabilirse eğer.

Ve aşık kaldım, ta ki 6 sene uzak kalıp 21.nci yüzyılın başlamasıyla geri dönene kadar.

Vagabond


Geri Dön ----- Mesaj Gönder