Alışveriş merkezlerinde gezmek çok üzüyor beni. İnsanların bu hale geldiklerini görmek, dramlarına şahit olmak, dramlarını farketmek, bir dram yaşadıklarını anlamadıklarını görmek çok üzüyor. O denli pompalanmış ihtiyaçlar, suni olarak yaratılmış düşünceler ve öğretilen saçmalıklar peşinde koşuşlar var ki üzülmemek elde değil.

Bu kadar çok şeye veya bu kadar çok klişeye ihtiyacımız var mı gerçekten? Eğer bu güdüleme olmasa sonumuz kaos mu olur sahiden? Hiç sanmıyorum.

Oturup bir köşesinde bir alışveriş merkezinin, insanları izliyorum. Giyimlerini ve eşyalarını görüyorum. Çocuklarını, alışveriş poşetlerini görüyorum. Konuşmaları çalınıyor kulağıma; içi boş, sıkkın, amaçsız. Kendilerine ait olmayan bir kültürün pompalandığı bu zavallı ailecikleri seyrediyorum. Kendilerine ait olmayan kültür içinde doğan ve serseri mayın gibi ortalıkta dolaşan 15-16 yaşında çocukları seyrediyorum.

Tüylerimi ürperten promosyon nidalarını duyuyorum hoparlörlerden. Tam "saçmalık bu" derken, insanların akın akın promosyon standlarını koştuğunu görüyorum. Ne o, ekonomi yapıyorlar. Çok ucuza diye televizyon alıyorlar mesela, evlerinde 2 tane daha varken. Çok ucuza diye ucuz hayatlarına yeni taksitli kölelikler eklemelerini seyrediyorum. Çok avantajlı diye veya bilmem kimin evinde var diye alınan saçma eşyaları sürüler halinde otoparktaki araçlarına götürdüklerini izliyorum.

Sokaklarda gezerken, techno müzik duyar duymaz Pavlov'un köpekleri gibi bilinçsizce dans etmeye başlayan küçük çocukları görüyorum. Dostu olmayan, karısını, kocasını tek arkadaşı gören ama onunla da dost olmayan insanlar görüyorum. Tatminsiz, huzursuz, mutsuz bir insan sürüsü görüyorum.

Yazık gerçekten yazık. Yıllarca ben serseri, onlar normal kabul edildi ancak biliyorum ki ben normal, onlar zavallılar aslında. Gitmek lazım diyorlarsa da hepsi içlerinden ben de onlara diyorum ki

Gittiğin her yere kendini de götürürsün
Gittiğin heryere:
    Mutsuzluklarını da
    Korkularını da
    Yalnızlığını da
Götürürsün

Kalmak mı lazım peki?
Hayır, hayır, hayır.
Elbette ki hayır

Hayır, hayır ama o kadar da basit bir hayır değil bu. Önce arınmak lazım, biraz daha iç huzuruna yaklaşmak lazım, biraz daha sevgiyi algılamak lazım. "Yoksa gitmenin bir anlamı yok" diyen bir hayır bu.

Taşrada hayat daha kısıtlı gibi gelebilir size ancak emin olun buraya göre çok daha özgür, buraya göre insansı gelişime çok daha açık. Kabul edilmek, ait olmak zor belki ama bunu başaracak kadar doğal olabilir ve kendini kabul ettirebilirsen aralarında yok olup gidersin yani kaynaşırsın.

Etrafınıza bakın. Bir, salt yaşam derdinde olanlar var, ekmek parası dışında hiçbirşey önemli değil onlar için. Bir, batı pompalaması kültür saçmalığı altında ezilmiş olanlar var. Onlar ağırlıklı olarak az önce bahsettiğim alışveriş merkezi tipler. Bir en özgür dönemlerini yaşayan ancak mezun olduktan sonra bu yarışa aynı kendilerinden öncekiler gibi dalacak olanlar var. Onlar bir nebze olsunda daha fazla düşünüp, daha fazla sevebiliyorlar ama sonları hep aynı oluyor. Okuldayken dinledikleri müzikleri dinlemez oluyorlar, okuldayken takip ettikleri kültürel aktiviteleri takip etmez oluyorlar, okuldayken aşık oldukları gibi aşık olamaz oluyorlar. Kısacası kısa sürede kaşarlanıyorlar.

SİZE POMPALANAN İHTİYAÇLARA EMİN OLUN GEREKSİNİMİNİZ YOK.
  -HOLLYWOOD FİLMLERİNE
  -RUHSUZ KUTLAMA GÜNLERİNE (ANNELER GÜNÜ, AMCAOĞULLARI GÜNÜ, GÜBRE ÜRETİCİLERİ GÜNÜ, VS)
  -BÜYÜK PLAK ŞİRKETİ MÜZİKLERİNE
  -BEMBEYAZ VE AZ ENERJİ TÜKETEN EŞYALARA
  -ELEKTRONİK BEYİNLERLE DONANMIŞ, AKILLI CİHAZLARA
  -EN YENİ MODEL ARABALARA
  -SAHİP OLDUĞUNUZDA BAŞLAYAN YENİ TATMİNSİZLİKLERE

Asya "tu kaka" diye gösterilir, pis, fakir, tuhaf, hatta belli bakış açılarından iğrenç ve vahşi. Ancak emin olun bu külliyen bir yalandır. Zira Asya'da pek çok çözüm vardır, ha keza Anadolu kökenli inanış ve geleneklerde de pek çok çözüm vardır. Buralara gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler deniyor. Kazak Abdal'in dediği gibi "Diyenin de avradını..."

Oralar gelişmekte olan ülkeler değil, insanlığın en önemli sorununu bin yıllardır çözmüş en gelişmiş ülkeler. Bizim yaşadığımız coğrafya da öyle, emin olun. Sorun ne derseniz o da basit, iç huzursuzluğu ve mutsuzluk. Bundan daha önemli görülebilecek sorun var mı sizce? Sağlık sorunları mı mesela, olabilir. Ancak emin olun mutsuz ve huzursuz yaşamaktansa ölmek bin kerede daha iyidir. Hayvanlar gibi hayata hırsla tutunarak yaşamak ne kadar gerekli sizce? Bir hatırlatma yapayım. Biz insanız. Evet iyi veya kötü yönleriyle insanız ve hayvanlardan farklı bir ihtiyacımız daha var, mutlu olmak.

İnsanca sevgi ve mutluluğa sahip olmadıktan sonra toplumla bir denge içinde yaşamıssın ne farkeder? Toplum zaten dengesini yitirmiş. Kaos engellensin diye saçma bir düzen içine itelenmiş. Kaos niye engellensin, evren oluşmadan önce kaos yok muydu? Kaos bir doğurucu ana değil mi? Ayrıca toplumsal kurallar kişilerin egolarındaki isteklerin sınırlarını belirleyen kurallar değil mi? Bu egosal istek ve arzuları yaratan kim peki? Toplumun güdüleyicileri ve bizzat bu güdülüyecilerden ektilenen toplumun ta kendisi değil mi?

Leş gibi Ganj Nehri'nde yıkanıp huzur bulan yoksul bir Hintli mi daha özgür ve mutlu, yoksa o Hintliyi, 105 ekran full digital televizyonundaki belgeselde seyredip, "ay ne iğrenc bir suda yıkanıyorlar yahu, sefalet vallahi" diye salak üst-orta halli kimse mi?. Hangisi sefalet yaşıyor sizce?

Çatlamış parmakları ile buğday tanelerini inceleyip, yok pahasına satacağı ürünü için "Allahım sana şürküler olsun" diyen ve bunu can-ı gönülden diyen, tanrısıyla aşk paylaşan köylü mü daha mutlu, yoksa "sulu tarım ve suni gübre olmada, otomasyon olmadan bu ülkede tarım gelişmez mirim" diyen ukala dümbeleği televizyon yorumcusu mu? Hangisi sahip olduklarıyla tatmin hissine sahip oluyorlardır sizce?

Şehr-i İstanbul. Şehirlerin sürtüğü, şehirlerin en işvelisi. Bu şehri hangimiz tam olarak hissedebiliyoruz peki? Şehir içi turlar diye bir kavram çıktı (eskiden olandan farklı biraz). Adamın biri geçiyor grubun başına, sokakları gezdiyor. Yahu insanların hali ne kadar acınacak durumda böyle? Kimse birisi onun yerine kadar vermeden gezip hissedemiyor mu kendi coğrafyasını? Hiç bana "ama böyle daha ekonomik ve yoğun oluyor, vaktimiz yok ki kendi başımıza araştıracak kadar" demeyin. Otluk yapmayın.

Ben çocukken, elime bir bozuk para alır her yol ayrımında yazı tura atarak saatlerce gezerdim, her yeni sokağa girdiğimde şaşırır, bir kaşif edasıyla nasıl bir yerde olduğumu algılamaya çalışırdım. Buradaki anahtar kelime ise "şaşırırdım". Hala gezdiğim her yerde şaşırıyorum, hep şaşırıyorum. Şaşırmayı seviyorum ve şaşıramadığım zaman yok olacağıma inanıyorum, en azından "ben" olarak yok olacağıma.

Beyoğlu'nu gezmek için bile rehberli tur yapıyorsak bitmişiz biz, bitmişiz. Hangi binanın ne oluğunun ne önemi var? Üstelik önemli bile olsa, bunlarla ilgili yazılmış tonla kitap var, al oku. Önemli olan Teşvikiye'de bir ara sokakta gördüğün eski ama zarif binanın içinde neler yaşanmış olduğunu hayal edebilmek bence. Hayal edebilmek ve hatta "sen yaşasaydın neler yaşardın"ı hayal etmek bin kez daha önemli belki de.

Teknoloji ve yeni ekonomilerin bizlere sunduğu güzel şeyleri çok hoş bir şekilde duygularımızı paylaşmak için de kullanmanın faydaları var öte yandan. Mesela digital fotoğraf teknolojisi ve Internet teknolojisi. Harranlı Kız'ın fotoğrafını sevdiklerimle paylaşmak için ne muhteşem bir imkan. Eskiden de olsa, biraz daha zahmetli ve pahalı olarak bunu yapabilirdim belki ama şimdi çok daha kolay. Internet'i sadece tur programı satın almak için değil, Harranlı Kız'ı sevdiklerimize göstermek için kullanmak bence  çok daha önemli. Ama emin olun ne fotoğraf makinası ne internet, sevdiklerimle alıp başımı bu yöreleri gezmek, oralarda zaman geçirmek çok daha güzel olurdu. Bir çift pabuç, iki parça çaput, bir dilim ekmekle çıkıp dolaşmak.

Yani yolda olmak, gidip gelmek için değil, hayatının bir dönemi olarak yolda olmak. Yani bir turistik gezi edasıyla değil -gittiğinde ve döndüğünde aynı kişi olacağın-. Hayatının bir dönemi gibi yolda olmak. Yani gittinde farklı, döndüğünde farklı bir insan olmak. Hayat durağında bedenini eskitenler sarmış etrafımızı. Hayat durak değil ki bekleyesin! Bedenler eskidikçe sen daha olgun, daha dingin olmayacaksın ki. Tam tersine sadece huzursuzluğunu içine gömmeyi öğreneceksin, kurduğun hayalleri gerçekleştirememeyi öğreneceksin, hayal kırıklığıyla başetmeyi öğreneceksin. Başka da bir bok öğrenmeyeceksin.

Hayat bir durak değil, belki bir yol da değil ama durmak yerine farklı seyahatlerde bulunmak lazım. İlla mekan değiştirmek anlamında değil bu dediğim. Farklı bir evde bir süre yaşamak, farklı bir statüde bir süre yaşamak, değişik insanların hislerini, düşüncelerini öğrenmek. 

Adam ne kadar güzel söylemiş yahu. "Gün olur alır başımı giderim, Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda". Alıp başımızı gitmemiz lazım bazı bazı, ama sevdiklerimizle de hep kesişmeli yollarımız.

Hep özlüyorum zaten sizi
Hep kalbimdesiniz, nerede olursam olayım
Gidip gelmelerim sizsizliğe değil
Benim can dostlarım, sevgililerim, kardeşlerim
Keşke siz de gelseniz, o ayrı, o muhteşem olur elbette
Ama gelmeseniz de ben sizin için o diyarları göreceğim
Gelmeseniz de sizi oralara götüreceğim
Gitmeseniz de oraları size getireceğim


Geri Dön ----- Mesaj Gönder