küreselleşME!..

Demokrasi dediğin sistem ancak eski Ion site devletlerindeki gibi herkesi bir araya getirip, konuları doğrudan iletişimle akatarabilirsen, toplumsal cehaleti azaltabilirsen sağlıklı çalışır. Oysa şu anda zaten iletişim kanallarını kontrol ederek ciddi bir küresel cehalet yaratıyorlar. Pekiiii! Ya daha yaygın ve gelişmiş medya oluşumları ile tüm dünyayı kontrollü olarak iletiştirmeyi başarırlarsa sizce -zaten olmayan- demokrasinin zerresi kalır mı?

Peki bu gidişhattan bir kurtuluş yolu var mı? Yani tüm dünyayı etkileyen küresel kirlenme (bilgi, çevre, kültür, ahlak, vicdan) nasıl durdurulur, hiç olmazsa azaltılır? Demokrasi ihtmali olmasa bile en azından insanlar nasıl biraz daha istedikleri şekilde yaşarlar? Onları ilgilendiren konularda, semt, mahalle, hatta sokak bazında küçültülmüş ve kısmen kendilerini ilgilendiren kararlarda söz sahibi olarak mı? Aslına bakarsanız hiç sanmıyorum. Gözlemlerim, deneyimlerim hep şunu gösterdi, en ortak fikirlerde bir araya gelen insanlar bile aslında anlamsız güç çatışmalarının içine giriyorlar belli bir süre sonra. Zaten bu şekilde yönetim modellerine (misal eskinin site devletlerine) yönetim erki sahipleri izin verirler mi, bilinmez.

Çözüm, çözüm, çözüm!.. Çözüm ne? Çözüm olarak benim bulabildiğim, öngörebildiğim tek şey "Sevgi Kümeleri".

Vicdan yorgunu olan, ama zamanla hayattaki hergünün kıymetini öğrenen ve birbirlerine öğreten bireylerden oluşan "Sevgi Kümeleri". Aynı matematikteki kümeler gibi yahu. Yöneticileri, kanaat önderleri bile yok zira yönetilecek birşey de yok bu küme içinde.

Pekiiii, Vicdan Yorgunu kim mi?..

Gencecik yaşında
Gözlerinde ihtiyar donukluğu

Değerini bilse de yaşamın
Kalbinde başkalarının mutsuzluğu

Bir tarafta vicdanı ve insancıllığı
    Bir tarafta yaşama sevinci ve hayalleri
        Aralarında koşup durmaktan yorgun

işte bu.

Belki de yapılacak en iyi eylem aslında; genele/topluma dönük eylemsizlik, kendi içine dönükse aktivizm. Yani birşeyleri düzeltmek için birşeyler yapmak istiyorsan önce kendine dönüp hayatını güzelleştirmeli, kendi mutluluğunu sağlamalısın. Sonra kendi Sevgi Küme'ne bu mutluluğu ve yaşama çoşkusunu yaymalısın, o kümenin bileşim kümelerindeki bireyler de aynısını yapmalı, tüm bunları yaparken de topluma teğet geçmeyi ve çatışmamayı denemelisin.

Başka türlü bir dünya olabilir elbette, ama herkesin hakkını savunmak, herkes için üzülmek, herkes için mücadele etmek sonunda senin mutsuz olmana sebep olur. Mutsuz bir insanın başkalarına mutluluk vermesi ise mümkün değil gibi geliyor bana. Hayattaki her anın değerini bilmeyen, kısacık bir andan ibaret olan tüm yaşamdaki zamanlarını hiç bitmeyecekmiş gibi israf eden birisi sonunda duyduğu pişmanlığı, kendisini uğrunda feda ettiğine inandığı ve duyarsız, kayıtsız bulduğu insanlara öfke olarak yöneltir bence.

Ayrıca bir şeyi daha gözden kaçırmamak gerekiyor, fiili (eylem, yazı, etkinlik, tören, vs) karşı duruşlar aslında sadece benzer şekilde yapılanacak karşı sistemlere, inançlara, oluşumlara "sebep" ve "güç" sağlar.

Ancak -yine bence- iyi niyetli, vicdan sahibi insanların kafaları o kadar çok kirli (dezenformasyonlar, üzücü haberler, haksızlıklar, yanlışlıklar, kötülükler, çaresizlikler) bilgiyle dolu ki benim söylediklerimin külliyet saçma olduğunu düşünmeleri çok beklenilmesi gereken bir durum. Yine de söylemeye devam edeyim bari.

Benim bulaşıcı mutluluk için bulduğum 4 çözüm var: 1-Sevgi Kümeleri, 2-eylemsizlik, 3-topluma teğet geçmek, 4-anın farkına ve tadına varmak.

1.ncisi için etrafındaki insanlardan sevdiklerine sevgini göstermek ve karşılıksız olarak onların mutlu olması için elinden geleni yapmak gerekiyor. Davranışlarınla da ve kendine yönelik yaptığın mutluluk verici eylemlerle de onları mutlu olmaya teşvik etmen gerekiyor. (Onların mutluluğu da sonra sana geri yansıyacak artarak)

2.ncisi için satranç oyununun zararlarını* düşünmek ve bu oyundan ders çıkartmak gerekiyor.
Ayrıca eylemde bulunabilmek aslında bir anlamda da erk sahiplerince izin verilen, hatta teşvik edilen birşey olabilir mi?
Yani diyorum ki:
Ya birgün fişi çekerlerse?
Ya birgün artık telefonla arama/aranma imkanınız kalmaz ve email de alamazsanız.
Ya birgün posta gönderemez ve evden çıkıp arkadaşlarınıza gidemezseniz.
Ya birgün toplumdan ve herşeyden saklanıp huzur bulacağınız tüm yerler tasnif edilmiş ve bilinnen olursa.
ve
Ya birgün tüm bunları yapmak isteyen birisi düğmeye basarsa.
Ne olacak?
Ve işin komik tarafı bunları yapmasını engelleyecek tek şey de yine bu kişi kadar güçlü ama yenişemeyeceğini bilen bir başkası.
Ve savaşı durduran da yine aynı sebep, kendilerinde savaşı kesin zaferle bitirecek güç görmemeleri.
Peki ne zaman verebilirler bu kararı? Çok basit, yeteri kadar veri ve istatistik ile analiz yeteneğine sahip olunca. (Yani, Internetten, insanlara süslü kutularda sunulan bedava hizmetlerden, bilgisayar kontrollü tüm iletişim altyapılarından vs.)
Peki ne durdurur veya en azından geciktirir bu sonu?
Kaos. Sadece kaos, yani hesaplanamayan faktörlerin fazlalığı.
Peki kaos ne demektir, aşağıdakilerden hangisi kaostur?
-Karmakarışık gibi görünen, ancak aslında öngörülen, planlı hareketler yapılan bir ortam mı? Örneğin, kimin öldüğü bile belli olmayan ancak aslında tüm dahil olanlarda benzer durumlar oluşturan, matematiksel değerlerle ortaya konulabilecek bir savaş ortamı mı?
-Yoksa, sistemden büyük bir talepte bulunmayan, ancak eylemsiz ve sorunsuz yaşamaya çalışan, hayatın keyfini çıkartmaya çalışan ve mutlu olmaktan başka birşey hedeflemeyen, fakat öte yandan duygusal tepkileri matematiksel olarak belirlenemeyen bireylerden oluşan bir ortam mı?

3.ncüsü için toplumla yüksek sürtünme yaşadığın ortamlara, durumlara ve karşındakine daha fazla empati ile bakmak, aslında sürtüşme yaşadığın birey, grup ve erk sahiplerinin mutsuzluğundan kötülük yapıyor olduğunu kavrayacak olgunluğa ulaşmak ve zaman zaman kölesi olduğun gururunu kenara bırakmak gerekiyor.

4.ncüsü için ise bir acını (hastalık, yaralanma, aşk acısı, kötü muamele, çaresizlik, korku) hatırlamak, analiz etmek ve kafanın bir yerinde tutmak sonra da bu acıyı/acıları yaşamadığın her anın bir mucize, bir coşku şansı olduğunu anlamak, hissetmek ve bu deneyimi her anında yanında bulundurmak gerekiyor. (Elbette dediğim şu değil: "İnsanlar yaşadıklarını hissedebilmek için, acıya, abartılmış trajedilere, uydurulmuş sorunlara ihtiyaç duyarlar". Acıdan kastım bu değil kesinlikle)

Mutluluk verebilmek için bizati kendinin mutluluğu deneyimleyebiliyor olman ve bunu en yakınındaki sevdiğinden başlayarak tüm sevgi kümene yayman gerekiyor. Kimseyi sarsıp bilinçlendirerek, ya da zorla Mozart dinleterek mutlu edemezsin. Mutluluğun bulaşıcılığı sadece kendi dünyandan etrafına yayılır. Kendin mutlu olmalısın ve bu mutluluğu suni maddelerle değil (içki, sigara, uyuşturucu), doğal yollarla üretmelisin.

Hatta bazı sevdiğimiz şeyleri de belki sonuçlarına bakarak yapmamamız daha doğru olur. Misal, motorsiklet kullanıyorsan, sakatlanma riskin vardır, eğer sakat kaldığında ölümü seçmeyi göze alıyorsan bunda bir sorun yok, ama sakat yaşama durumunu sürdüreceksen ve doğal olarak bunu sevmeyeceksen belki de mutluluk için bir formul daha üretebilirsin: Sevdiğin ama katlanamayacağın sonuçları olabilecek şeyleri yapmadıkça sevmediklerinden de uzaklaşırsın. Mutluluk ise her zaman sevdiklerini yapmakla değil, bazen de sevmediklerini yapmamakla daha kolay elde edilir. Elbette salt motor kullanma örneğinden gitmemek lazim. O örnek bir anlamda sebep sonuç ilişkisindeki 'sonuçlara katlanma seçimi'ne yönelik olarak verilmiş bir uç örnek. Yoksa ya hamile kalır/kalırsam diye cinsel ilişkiden uzak durmak değil söylediğim.

Bence, hırs, gurur, nefret, öfke, mücadele coşkusu, hiçbiri ama hiçbiri ne bireye, ne onun sevdiklerine , ne topluma, ne de insanlığa mutluluk üretir veya mutluluk üreten sonuçlar verir. Sanat bile nefret veya öfke dolu olduğunda ne yaratıcısına, ne de izleyicisine mutluluk verir (ancak vicdan ve empatiyle ürettilince mutluluk verir). Gerizekalı (fizyolojin anlamda değil, mecazi anlamda) olmak bile bir haktır aslında. Gerizekalılık yapma hakkı, birey sadece kendine zarar verdiği sürece, kimsenin elinden alınamaz. Onları, onlar için kötü gördüklerimizden korumak, onları yönetme, onlar adına karar alma hakkını da verecek mi bir seviye sonra?

Segmente olmaktan, yani ...izm'lerden, ....ist'lerden, ....cı'lardan olmaktan kaçınmakta fayda var. Misal: Günümüzde anarşist örgütlenmeler gibi konumlandırılan ve aslında bence güzelce segmente edilen hacker'lar ve hacker cemaatleri, küreselleşmiş, çelik gibi sağlam bir yapının testlerini yapıyor olabilirler farkında olmadan. En ideal test kullanıcısı kendisinin test kullanıcısı olduğunu bilmeyen olabilir mi?

Bana şunuları diyebilirsiniz: "Dostum, eğer sana ve senin inançlarına, fikirlerine inansaydım Tanrı'ya Budizme, Şamanizme inananlardan (veya inanmayanlardan) ne farkım kalırdı?"

Ben de size sunu derim: "Boşver ona, buna, bana inanıp inanmamayı, neye inanıyorsan inan ama bugün önce kendin, sonra sevdiklerin için mutlu olmaya, yaşamın kendisinden dolayı kıpır kıpır bir sevinç duymaya ve bunun için çaba göstermeye inan."

Yarın yok ki...



*Haaa unutmadan nedir bu satranç oyunuyla alıp vermediğim, anlatayım.

Satrancın zararları

Elit, sofistike, zeka geliştiren, günümüzde en üst tabakadan en alt tabakaya kadar herkesin oynayabileceği muhteşem oyun.

Peeeeh! Bir oyun düşünün ki herşeyi hesaplamak, her hamleyi önceden öngörmek, her kötü ihtimali gözönüne alıp savunma ve saldırı hazırlayıp rakibini yok etmek üzerine kurulu. Bu tür paranoyak yaklaşımlar insanlığın başına bin yıllardır açmadık bela bırakmadılar, zihni kuşkular ve entrikalarla dolmuş kişiler yaratıp durdular.

Ne siyah, ne beyaz, ben turuncu taşları alıyorum arkadaş. Ve kafadan teslim oluyoruz, bizim şah ve vezir de size ikramımız olsun. Oyun bitti, artık bize dokunamazsınız. Hem sizin piyonlar kurtuldu hem bizimkiler. Haaaaa! Şah-Mat sonrası ne olur, artık bilemem, başka bir zaman inceleriz belki.
 


Geri Dön ----- Mesaj Gönder