Kimi insanlar, insanlık içindeki sorunları görüp üzülüyorlar, kızıyorlar, öfkeleniyorlar. Vicdanları kamu vicdanı ile bireysel vicdanları arasında sıkışıp kalıyor ve öfkeleniyorlar.

Nasıl bu kötülüklere sessiz kalıyoruz, vicdanım sızlıyor, vicdanımız sızlıyor:
Bu öfke belli bir süre sonra protest eylemlere dönüşüp vicdanın biraz olsun huzura kavuşturulması denenebiliyor (veya mantıklı önermelerle aslında bu sorunların bireyin vicdanına zarar vermemesi gereği iknası yapılabiliyor).

-------------------O---------------------

Kimi insanlar, insanlık içindeki sorunları görüp üzülüyorlar, kızıyorlar, öfkeleniyorlar. Zihinleri ve kalpleri nefret ile doluyor ve etraflarında da nefret dolu bir toplumsal grup oluşturmaya çalışıyorlar

Bu kötülükleri yapanlardan nefret ediyorum, hepimiz nefret ediyoruz:
Bu nefret belli bir süre sonra eyleme dönüşüp intikam alma çabasına dönüşebiliyor (daha takıntılı ve daha sert bir öçalma yönetmine yani). Sorunu düzeltmek yerine sorumlu avına çıkmak daha da kötüsü yaşama karşı genel bir nefret oluşturmak gibi.

-------------------O---------------------

Birbiriyle farkli bir çok önerme var ve bakış açılarına göre hepsinde haklı yönler bulunabiliyor. Sorunu işaret eden önermeler çoğu kez çözüm önerilerini de içerebiliyorlar, ancak bu çözümlerin insanlık sistemine entegre edilmesi anlamında ciddi çatışmalar da yaşanıyor.

En barışçıl, en doğa korumacı, en ahlaki amaçlarla ortaya çıkan çözümlerin karşı ekiplerce kabullenilmemesi ciddi çatışma zeminlerini de gündeme getiriyor. Öte yandan bu sorunlara sessiz kalmanın ve pasifizmin de sorunları büyütme olasılığı çok yüksek.

Eeeee? Ne olacak peki? Sorun gördüğümüzde tepki koyup böyle bir aktivist hayat mı yaşayalım, yoksa görmezden gelip o anki sosyo- ekonomik ve toplumsal duruma kayıtsız mi kalalım?

Bu sorunun yanıtı aslında hayatı nasıl değerlendirdiğimizle alakalı. Yani hayatı adil olması gereken bir doğallıkta mı değerlendireceğiz, yoksa insanlığın doğa ve evren için büyük gelişmeler yanı sıra ölümcül sorunların odağında olduğunu mu kabul edeceğiz? Yoksa kötü ve iyi yönleri bir doğallıkla karşılayıp insanlığın içinde küçük zerreler olan tamamen insani ve duygusal çoşkulardan mı haz almaya çalışacağız (misal bir Sait Faik hikayesinden, Bir Halikarnas Balıkçısı öyküsünden mutluluk duymak, bir kadının kolunda sohbet ederken huzurlu bir uykuya dalmak gibi)? 

Bence herşeyi düzeltemeyiz, hatta düzeltmemeliyiz. Hastalıklarla mücadele etmek güzel ama bunu yaparken verdiğimiz ilaçların yan etkileri hastalığın kendisinden ağır olmamalı. Tek bir hayatımız olacak, her saniyesi değerli. Bu hayatı mevcut üzüntüleri ve yokolmakta olan insanlık medeniyetini kurtarmaya çalışarak değil, bu büyük şansın ve deneyimin zevkine birey ve sevdiklerimizden oluşan mini toplumla birlikte varmaya çalışarak yaşamalıyız.

Özetle kimsenin gerizekalı olma hakkını elinden almamalıyız, nasıl ki gerizekalı diye onu yönetmeye de kalmamalıysak. Dünyayı beğenmiyoruz diye değiştirmeye kalkarsak dünyanın beğenmediğimiz haline sebep olan insanlardan ne farkımız kalacak ki?

İnsanlık yok olacak (en azından benim anladığım "insancıl" insanlık kavramı) zira doğaya karşı verdiği inanılmaz savaşta ya doğa onu yokedecek ya da savaşın doğası gereği, hırs, nefret, mücadele azmi ile olimpiyat sporcularının sporculuktan uzaklaşmaları gibi insanlar da insancıllıktan uzaklaşacaklar. Yani yine insanlık anlamında yokolacak, bedenler bir süre daha soy verseler bile.

En başta da dedim, aslında tüm önermeler doğru ve tümü de yanlış. "savaşma seviş" de, "insanlık için bilimde devrim yapıp atomu parçaladık" da, "en ölümcül hastalıklara aşılar bulduk" da, "dininiz ne olursa olsun tüm sorunlarınızdan ancak mutlak bir iman ile kurtulursunuz" da, "enerji için alternatif kaynaklar da var, onları değerlendirelim" de, "bu savaşı başlatıp sürdürenlerden nefret ediyorum" da, "nükleer enerji olmazsa insalık yaşamını sürdürmekte zorlanır" da, hem doğru, hem yanlışlar.

Peki biz ne yapacağız? Bu önermelerin bazılarını doğru, bazılarını yanlış kabul edip bir kısmına sevgi, bir kısmına öfke mi göstereceğiz. Bence vicdani öfke de nefret öfkesi de aynı yere çıkacaktır sonunda. Manuple edilmesi kolay tüm coşkularda olduğu gibi. Yani fanatik futbol öfkesinden bir farkı yok hiçbir öfkenin.

Yapacağımız şey insalığın içerisinden cımbızla da olsa güzellikleri seçip, içimizde bulunan ve türün devamı içgüdümüzün ürünü olan aşırı hırsları törpüleyip, zihnimizi kafes içinde tutan binlerce düşüncenin önemsizliğine kanaat getirip, topluma teğet geçerken sevdiklerimizle yollarımızı sürekli kesiştirip yaşayacağız ve hoooop diye bir gün ölecegiz.

"Mutlu olmak için az, mutsuzluk için çok seçenek" olduğunu iddia eden kafası karışıklara da bunları anlatıp aslında yaşam gibi bir armağana sahipken -sağlık sorunları dışında- mutsuz olmak için çok az argümana sahip olduğumuzu en azından bir kere söyleyebiliriz. Eh dinlemezlerse ne yapalım, mutsuz olmaya devam etsinler. 

Sonuç olarak bu dünyada 6.7 milyar insan var ve sayı giderek de artıyor. Bu insanların doğal olarak önemli bir bölümü talihin bir cilvesi olarak çok daha kötü imkanlarla dünyaya gelip yaşamlarını sürdürüyorlar, çok az bir bölümü de hayat serüvenine büyük bir takım avantajlarla başlıyorlar. Ama sonuç olarak her gruptaki herkes en geç bundan 100 yıl sonra ölmüş olacak. İnsanların yaşadıkları acılara elbette üzülürüz ama bir Afrika ülkesinde açlıktan kırılan birileri var diye kendi evimizde yediğimiz güzel bir kuru fasülyenin boğazımıza takılması gerekmez. Nasıl ki bonfile yiyemiyoruz diye o kuru fasülyenin lezzetine varmamızın engellenmesi gerekmiyorsa. Bir sürü okuma imkanı bulamayan insan var diye üzülüp bir güzel kitap okuyup bunun keyfine varılmaması gibi aynı şekilde. 

İnsanlar belli şekilde eşitlikçi sistemler üzerinden çalışsalar da tüm bu sistemler her zaman insan hırsına yeni düşecektir, bu aşikar. Ötesinde bir iyi niyetli beklenti içinde olmaksa duygusal ve zihinsel içe kapanmadan başka birşey olamaz. Ancak bu insanların şartlarını düzeltmeye çalışma çabası belli bir süre sonra tüm insanlığı yıkan bir yapıya dönüşecektir. Zira tüm insanları ilgilendiren çözümlerin hiçbirisi herkesi mutlu etmeyeceği gibi hepsi belli bir süre sonra daha kapsamlı diktatörlüklere dönüşecektir eğer arada bir yok oluş savaşı, salgını filan çıkartmazsa.

Herkesin yaptığı ve inandığı herşey doğrudur, sizin ne yapacağınız ise sadece sizin dünyayı ve hayatı algılamanızla alakalıdır. Hayatınızı herşeye kızarak veya hiçbirşeyle ilgilenmeyerek boş geçirmeniz bile doğrudur. 

Siz yaşadığınızı hissettikten ve insanlığınızın ötesinde insancıllığınızı da algılayabildikten sonra, herşey doğrudur.

Yarın yok ki...


Geri Dön ----- Mesaj Gönder